Kitap okuyarak
yazar olunamayacağını anladığım gün, bir süredir hayalini kurduğum
sıfatlılıktan ve benliğimi yaratacak kalıcı heves ve arzudan sonsuza kadar
koparıldığımı anlamış, içten içe dinsizliğim ve tanrı tanımazlığımla noel
babasını kaybetmiş Hıristiyan çocuklarla acımasızca ve ama 21. Yüzyıl mantıksal
sarkastikliği ile dalga geçtiğim onca zamana ve gevrek gevrek sırıtmalarıma
kızmış, bisikletinin tekerleğini şişirmek için eski model bir pompaya defalarca
abanmasına rağmen şişmediğini ve aslında lastiğin üç beş cam parçasına
dayanamayacak kadar adi olup patladığını gören çocuğun hayal kırıklığını
yaşamıştım. Tadım kaçmıştı. Nasıl olurdu da sınıf kütüphanesinden çaldığım onca
kitabın, kuzenlerimden ve benden yaşça büyük tanıdıklarımdan gönderilen onca
eski kokulu sayfanın, trafik ve kalabalık korkumu bir kenara bırakıp annemi
binbir zorlukla ikna ederek gittiğim kitapçıların bir önemi olmazdı. Kimse benden
daha çok kelimeye dokunmamış olmalıydı henüz, kimse benim kadar harflerin
sayfalardan dışarı fırlayıp duvarda siyah beyaz lekeler bırakacağına o kadar
emin olmamıştır. Bir rüyanın veya bir kâbusun veya bir anın içinde. Dokuz yaşındaydım.
Tadım kaçmıştı. Dokuz yaşında olmak can sıkıcıydı çünkü, büyüyüp yazar olmayı
beklemem ve duvardaki harfleri söküp almak için güç toplamam gerekiyordu. Sabırsızdım.
Yeterince güçlüydüm belki de. Bu göreceli bir kavramdı ve son kullanma tarihi
koymayı unutmuşlardı. Sol kenarında kırmızı hizası olan çizgili küçük boy
defterin kullanılmış sayfalarını bantlayıp geri kalanını elimle düzeltmiş, faber-castell
kurşun kalemin ucunu açmış, çöplerini yüzbir dalmaçyalı çöp kutusuna atmış ve
kalemi elimde sımsıkı tutmuş çizgili deftere bakmaya başlamıştım. Çok uzun bir
süre. Aklımda sayısız kelime her biri başka bir kitabın başka bir sayfasının
başka bir satırına ait. Endişelenmiştim. Kusacak gibi hissediyordum. Ama sabırsızdım
ve yeterince güçlü olmadığımı görmeye tahammülüm yoktu. Tadım tam anlamıyla
kaçmaya başlamıştı. Önce annem, sonra babam geldi. Önce biri konuştu, sonra
diğeri. Acıkmıştım. Tasolarımla oynamak istiyor ama yerimden kalkıp yenilgiyi
kabullenmeyi kendime yediremiyordum. Yine de belki de daha erkendi. Annem gelmişti.
O da sabırsızdı. Ve o büyümüştü. Okumaktan fazlası gerek. Yazmak için yetenekli
olmak gerek. Sınavlara girmek gerek. Sınavları geçmek ve doğru okullara gitmek
gerek. Senin almayacağın dersleri alıp senin tanımayacağın hocaları dinlemek gerek.
Belki de biraz farklı bir ailenin
çocuğu olmak gerek. Ama, okumaktan fazlası gerek. Annem gitmişti. Aklımda hep
başkalarının sözleri vardı. Aklım başka yerdeydi. Acıkmıştım. Tadım kaçmıştı. Taso
oynarsam belki geçerdi. Geçecekti. Noel babanın işini başkalarının yaptığı
gibi, okuyacağım kitapları da başkaları yazacaktı. Okumaktan fazlasını yapanlar
olsa gerek – ti.